Avrupa Parlamentosu’ndaki seçimlerde aşırı sağ partilerin yükseliş göstermesi, Avrupa kamuoyunda dikkatle takip edildi. Almanya ve Fransa’da aşırı sağcı partilerin AP seçimlerinde gösterdiği performans, “faşizm hortlağının” yeniden gündeme gelmesine neden oldu.
Fransa’da Macron’un, meclisi feshederek seçimlere gitmesinin ardından aşırı sağ eğilimli Marine Le Pen’in partisi Ulusal Birliğin seçimlerin ilk turunda seçimi önde kapaması, hepimizin dikkatlerini buraya kilitlenmesine vesile olmalıdır.
Değerli okuyucular…
Bugünlerde, modern zamanlarda bizlere anlatılan uygarlık hikâyelerinde hep bir Batı öykünmesinin olduğu hiçbir zaman gözlerden ırak tutulmamalıdır.
Bugün gelişen, gelişmekte olan ya da az gelişmiş ülkelere “model medeniyet” tasvirinin yapıldığı yer:
Batı Avrupa’dır.
İnsan hakları…
Özgürlük…
Demokrasi…
İnsanca yaşam sürme…
Bu ve benzeri medeni dünyanın allayıp pulladığı yaşamın içindeki vazgeçilemez hayatî ögeler, pekâlâ bu kıtadaki ülkelerin uzun yılların kavgalarının ürünüdür.
Unutulmaması gereken… Bu kıtadaki konumlu ülkelerin, evet, medeni dünyaya kazandıklarının yanında kan ve gözyaşına neden olduklarıdır. Detaylı yazmaya gerek yok. Avrupa uygarlığı, tüm diğer devletlerin kullandığı teknolojik aygıtlardan, cihazlardan tutunda diğer yaşamsal birçok gelişmeye ve değişmeye ev sahipliği yapmış bir medeniyettir. Bilimsel faaliyetler alanında olsun teknolojik gelişmelerde olsun, ar-ge faaliyetlerinde olsun, genel olarak Batı yakası hep dünyaya yön veren olmuştur.
Tabii bu durum, bu ülkelerin marazî durumlarını ve insanlık sicillerini de görmemize engel değildir.
Çok uzaklara gitmeye gerek yok.
II. Dünya Savaşının bile arkasındaki ve sonrasındaki gelişme ve sonuçlar, hepimizin teyakkuzda olması için “kâfi”dir.
Şimdi buraya bir alıntı yapacağım. Tabii yine şimdiden özür dileyerek affınızı diliyorum çünkü alıntı biraz uzun olacak.
Prof. Emre Kongar hocamızın “Demokrasi İçin Diren, Manifesto” kitabının 18. sayfasının şu satırları her yönüyle ibretliktir.
“TARİHTEN BİR DERS: NAZİ ÇILGINLIĞI
Zamanın bir kesitinde, dünyadaki bir toplumda nelerin nasıl olduğunu anlamak için tarihe bakarız. Demokrasinin önemini, değerini ve nasıl tahrip edildiğini anlamak için de tarihe bakmak gerekir.
Nazizmin ön koşulları
1) Alman toplumu ‘disiplini’ ile bilinir. Bu onun Bismarck’tan sonra oluşan önemli toplumsal ve tarihsel özelliklerinden biridir. Disiplinli bir toplum olan Almanlar, her türlü otoriter gelişmeye uygun bir ortama sahip olmuşlardır.
2) Almanya ileri bir endüstri ülkesidir. Bu niteliği onun, özellikle hammadde gereksinimi açısından sömürgeler savaşında önemli bir rol almasına imkân vermiştir.
3) Almanya’nın ekonomik ve toplumsal gelişmişliği, onun ‘bir üst toplumsal ve siyasal aşamaya’ geçmesi için uygun bir ülke olmasına yol açmıştır. On dokuzuncu yüzyılın sonlarına doğru güçlenen milliyetçilik akımlarının bir üst aşaması, ya da bu aşamaların bir seçeneği, yanlış bir doğrultuda da olsa, ‘ırkçılık’ olarak algılanmıştır. Irkçılık, Birinci Dünya Savaşı sonunda tasfiye edilen tarım-din imparatorluklarını ortadan kaldıran ‘milliyetçilik’ akımlarının tüm dünyada görülen sonuçlarından biridir. (Öteki seçeneklerin, sosyalizm, Leninizim, emperyalizm, sendikalizm, demokratik ve laik sosyal refah devleti çizgilerinde oluştuğunu anımsayalım)
4) Birinci Dünya Savaşı sonrasında Almanya’ya dayatılan Versay Antlaşması, toplumun hem ekonomik ve siyasal anlamdaki gelişmesinin önünde bir engel olarak görülmüş, hem de ‘Almanların ulusal gururunu’ zedelemiştir.
5) 1929 dünya ekonomik bunalımı, bir yandan Almanya’nın ağır savaş borçlarının ödenmesinde yardımcı olan, Amerika ile arasındaki mali ve ekonomik ilişkileri zedelemiş, öte yandan, ülkenin tam bir ‘hiper enflasyon krizi’ içine sürüklenmesine yol açmıştır.
6) Sovyetler Birliği’nin kurulmuş olması, Almanya’daki ‘komünist’ akımları güçlendirmiş, ülke sadece ekonomik ve toplumsal olarak değil, siyasal ve ideolojik olarak da büyük bir kargaşanın ve ‘iktidar mücadelesinin’, yani rejim bunalımının içine sürüklenmiştir.
7) Hitler ve Naziler, ülkedeki siyasal yönetimin kararsızlıklarından ve beceriksizliklerinden, demokratik rejimin o dönemdeki açıklarından ve zafiyetlerinden olduğu kadar, İngiltere’nin ve özellikle Fransa’nın ‘aymazlığı’ sonunda, rahatça güçlenmişlerdir. Demokrasi, henüz içte de dışta da, ‘korunması gereken ideal bir rejim’ olarak algılanmamaktadır.
8) Gerek ekonomik kriz, gerekse komünizmin yükselişi, Hitler’in, yani Alman Nazileri’nin Alman büyük sermayesinin desteğini almasına yol açmıştır.
9) Din kültürü, Yahudi düşmanlığını, tarihsel ve dinsel olarak Avrupalıların ‘toplumsal bilinçaltlarına’ iyice kazımıştır.
10) Her uluslaşma sürecinde ve her ulusal eylemde ‘ortak düşman’ kavramı ‘olmazsa olmaz’ bir sosyal psikolojik ve siyasal koşuldur. Eylemin gücü ile düşman kavramının gücü ve dolayısıyla, ‘düşmana karşı alınacak önlemlerin şiddeti’ doğru orantılıdır. Almanya’da Yahudiler bu hedefe oturtulmuşlardır.
Uygulama koşulları
1) Naziler yavaş yavaş, tedricen güç kazanmışlardır. Sistematik ama sindire sindire, yavaş yavaş ilerleme, önemli bir ön koşuldur.
2) Demokrasi, temel hak ve özgürlüklere dayalı bir rejim olarak değil, faşizmi davet eden bir biçimde sadece ‘çoğunluğun yönetimi’ olarak algılanmıştır. Yalnızca sandığın oy mekanizmasının işlemesi, sürecin demokratik sayılması için yeterli görülmüştür. Naziler bunu kendi amaçları için çok güzel kullanmışlardır.
3) Eğitim ve örgütlenme etkinlikleri Naziler tarafından son derece etkin bir biçimde kullanılmıştır. Özellikle çocuklar ve gençler arasındaki örgütlenmeye önem verilmiş, tüm toplum, milli eğitim olanakları kullanılarak gençler ve çocuklar aracılığıyla biçimlendirilmiştir.
4) Nazilere karşı çıkanlar yavaş yavaş temizlenmiş, Hitler karşıtları hiçbir zaman birleşme, bütünleşme, ortak cephe oluşturma, örgütlenme ve güçlenme şansı bulamadan teker teker tasfiye edilmişlerdir.
5) Ülkenin bir ‘savaş durumu’ içinde bulunması her türlü milliyetçi duyguların aşırı biçimde yorumlanmasına, ‘ihanet’ kavramı üzerine dayalı propagandanın muhalefeti bütünüyle susturmasına yardımcı olmuştur.
6) Siyasal ve toplumsal propaganda en ileri tekniklerle, en yaygın ve en şiddetli biçimiyle, toplumun beyninin yıkanması için kullanılmıştır. Bu çerçevede radyo, önemli bir iletişim kanalı olarak Naziler tarafından çok iyi kullanılan bir araç olmuştur.
7) Toplu cinayetler, toplama kampları, gaz odaları, fırınlar, toplumda açık ve şeffaf biçimde meşru ortamlarda tartışmaya fazla konu edilmemiştir. Bu yöndeki çabalar derhal engellenmiş, cinayetlerin üstü örtülmeye çalışılmıştır. Toplum, gözü önünde olanları adeta bir ‘sessiz film izler gibi’ seyretmiştir.
8) Soykırım, temelde asil ve yüce bir değer olarak takdim edilen ‘Germen ırkçılığına’ dayandırılmış, insanların kimlikleriyle ilgili olan ‘milliyetçilik duygusu’ en aşırı biçimde istismar edilmiş ve cinayetlerin arka planındaki gerekçe olarak kullanılmıştır.
9) Toplumsal çapta uygulanan soykırım, ülke sınırlarını da aşan daha büyük ve daha yüce bir ‘evrensel dünya düzeni’ çerçevesinde ele alınmış, insanların tarih ve ‘insanlık’ bilinci ‘Germen ırkçılığı’ çerçevesinde yeni bir tarih, yeni bir dünya ve yeni bir insanlık adına uygulamaya konulmuştur.
10) Adalet mekanizması doğrudan siyasetin ve Nazi İdeolojisi’nin emrine alınmıştır.
11) Bilimin, sanat ve kültürün her alanı, adaleti de kapsayacak bir biçimde bu ‘yeni ideoloji’, ‘yeni dünya düzeni’ çerçevesinde yönlendirilmiş, toplum, bu kanallar aracılığıyla da manipüle edilmiştir.
12) Yahudi ‘tehlikesi’, evrensel bir ‘dünya tehdidi’ olarak ele alınmış, sadece dinsel ve tarihsel olarak değil, güncel ve siyasal olarak da, gerektiğinde yapay düzenlemeler ve sahte eylemlerle de desteklenerek büyütülmüştür.”
Tekrar özür dilerim.
Evet, çok uzun bir alıntı oldu.
Aslında, benim daha fazla ekleme yapmama gerek yok.
Sadece gözünüzün/gözümüzün açık olması yeter.
Hiçbir şey, özellikle karanlık odakların istekleri doğrultusunda olması gereken, olması arzulanan şeyler, öyle birden âniden olmuyor, aşama aşama ama sonunda oluyor ya da olması için gereken “her şey” yapılıyor.
“Uyanık olalım”, yeter.
NOT: (Prof. Kongar, Emre, Demokrasi İçin Manifesto, DİREN!, sf. 18, 19, 20, 21, 22, Kırmızı Kedi Yayınevi, 2017)