Türkiye tarihinde daha doğrusu yakın tarih açısından, Cumhuriyet Türkiye’si tarihi açısından önemli dönüm noktaları, belirli tarihler vardır.
27 Mayıs 1960…
27 Mayıs İhtilali/Darbesi…
Gerçekten de Türkiye’de bilinçli ve şuuru yüksek bir yurttaş tipi oluşturulamadığından ötürü, toplumumuzun ideolojik tutum ve tavırlarının olağandan fazla nasırlaşmış olması; hani şimdilerde çok fazla revaçta ya normalleşme veya yumuşama durumları…
İşte toplum; ilk başta dünya egemenliğine soyunan kapitalist-emperyalist güç odakları tarafından sonra da memleket dâhilindeki siyasetçiler tarafından kutuplaştırılarak, saflaştırılarak, birbirlerinden gittikçe uzaklaşarak yabancılaştırılmaları nihayetinde temastan bile imtina etmeleri sonucunda, kurgulanan anlatı üzerinden bir tarih okumasına ram edilerek, ortak bir yaşam ülküsünden de uzaklaşıyor.
Siyasetle az-çok ilgilenenler biliyorlardır; bizim ülkemizde “darbenin iyisi ya da darbenin kötüsü” gibi anakronik tutum ve buna göre şekillenen davranış biçimi vardır. Eğer bir darbe solculara karşı yapılmışsa bu, sağ cenahta büyük bir memnuniyetle karşılanır ve karşılanmıştır.
Öte yandan yine bir darbe sağ iktidara karşı yapılmışsa yine sol mahallede bu girişim, memnuniyetle karşılanmıştır. Hatta darbeye giden süreçlerin meşruiyeti askerlerin savunusuna gerek kalmadan, siviller tarafından pek güzel de yapılmaktadır. Bu bağlamda, sivil alana yönelik, anayasal düzene yönelik bir girişimin, SAĞ’ı ya da SOL’u hedef almasının pek bir önemi yoktur. Akşam olduğunda genel manzaraya baktığınız vakit yapıp edilenin Türkiye’nin tüm yurttaşlarının kazanımlarından, yarınlarından ve umutlarından çalındığıdır gerçek olan.
Bu bağlamda, sözde bile olsa demokrasinin bir gereği sandık seçimlerinden iktidar çıkmış bir partinin ve lider kadrolarının alt edilmesinin ne insanî ne de soyut düşün alanları olan siyaset ve siyaset teorileri arasında bir yeri olabilir. Demokrasinin cilvesi tahammül edebilmek, etmektir.
****
İşte Türk Siyasî Tarihi ve Cumhuriyet Tarihi açısından bakıldığında, bu yapılan darbe teşebbüslerinin NATO, AB, ABD eksenli olduğu zaten “şüphe götürmeyecek” bilgilerdir. Türkiye’nin dönem dönem şaha kalkmaya veya kendince bağımsız istikâmet belirlemesi veya dış politikada yeni partnerler ya da paydaşlar belirlemeye meyletmesi neticesinde, iradeleri tamamen büyük biraderlerin elinde olan siyasetçilerin ülkenin üstün çıkarlarını gözetme noktasında acze düşmelerinin bir izdüşümünde memleketimiz, neredeyse 10 yılda bir “örfî idareye”- askerî darbeye maruz kalmıştır.
27 Mayıs Darbesi açısından baktığımız zaman, bahsettiğim üzere toplumumuz yaşanana aklıselim ile değil, ideolojik bagajının muhteviyatı çerçevesinde tepki verebilmekte; ta okul yıllarında veya gelişme çağlarında kendisine bellettirilen ne ise onun önüne arkasına düşerek tavrını belirlemektedir.
27 Mayıs Darbesinin sonrasında yapılan 61 Anayasasının çağının çağdaşı bir metin olması hasebiyle bu darbe yıllarca bir “Demokrasi Bayramı” tınısında anlatıya yol açmıştır. Hiçbir kimse bu ülkenin başbakanını ve bakanlarını asmasını dert edinmemiştir.
Evet, 27 Mayıs Darbesinin ardından gerçekten de anayasa süreçleri açısından bakıldığında, dönem bakımından o zamana değin en “çağcıl” anayasa metni yazılmış olabilir. Bugün, çok farklı bir dönemdeyiz. Gerçekten de bakıldığında demokrasi lafzının ötesinde bir “demokrasi algısının” savunusunun yapıldığı bir çağ: Cinsiyet eşitliğinden/eşitsizliğinden, yabancı düşmanlığı, ırkçılık, şovenizm, lümpenleşmeye engel olacak eğitim atılımları, çevre duyarlılığı, iklim sorunları, gıda sorunları ve güvenliğiyle beraber tedariki ve yine temiz su hakkı… Ve birçok insana içkin meseleler.
Ama hâlen biz millet olarak, 27 Mayıs sonrasında başbakanı ve bakanları asılan bir devlet ayıbını ve utancını kaydolduğumuz politik mahallelere göre yapıyor/yapamıyoruz. Bugün, hâlen birçok köşe yazarı, bu dönem üzerinden demokrasi ve şöleni güzellemesi yapabilirken, bir ölenin ardından rahmet dilemeyi kendine zul saymakta. İnsan hak ve hürriyetlerinin, demokrasinin, hukukun, çağdaş değerlerle örülü bir medeniyet ufkunun menziline, toplumun tümü olarak kilitlenemiyoruz; çünkü sırtımızdaki prangalardan kurtulmamıza izin vermiyorlar. Adnan Menderes, bu ülkenin bir siyasetçisi idi. Herhangi bir yerden buraya ışınlanmadı. Bu toprakların gelenekleriyle ve değerleriyle yetişerek, siyasette bir şeyler yapmaya soyundu. Artık geçmişte solcuların ileri sürdükleri minvalden bu karanlık sürecin tahlilinin bir manası yok. Kanımca, Adnan Menderes’in akıbeti de bu olmamalıydı.